''Ne yapmak istediğini bilmiyorsan, ne yapmamak istediğini düşün!''
Ve kafam, il olma izni alabilecek kadar kalabalıktı.
''Yıllar önce okuduğum işe yaramaz bir kitaptaki tek işe yarar cümle şuydu: İnsanın kullandığı ilk alet, başka bir insandır...''
Çünkü Oğuz Atay'ı da okudum. Seni de tanıdım...
Diyebilirsin ki bir insanı fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? Haklısın belki de çok az... O zaman şöyle demeliyim... Seni az tanıyorum... Az...
Sen de fark ettin mi? Az dediğin küçük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece 2 harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri Başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi.
Bu yüzden, belki de, az çoktan fazladır. Belki de az, hayat ve ölüm kadardır! Belki de, seni az tanıyorumi demek, seni kendimden çok biliyorum demektir. Bilmesem de öğrenmek için her şeyi yaparım demektir. Belki de az her şey demektir. Ve Belki de benim sana söyleyebileceğim tek şeydir.
Acı, insanın hayat tarlasında biçtiği buğdaylardan pişirdiği ekmektir. Dolayısıyla sabah kahvaltısı kadar kaçınılmazdır.
Öyle bir çığlık atsam ki dünya çatlasa! Altı milyar insan sağır olsa!
"Ve herkes görünene aldanmaya hazırdı.
Çünkü görünene aldanmak, hayatı dayanılır kılmanın ilk şartıydı."
Matematiği kuvvetli değildi, fakat çıkarlarını hesaplamasını iyi bilirdi.
Bir insanın yalnızlığı üzerine söylenecek o kadar söz vardır ki ! O kadar büyüktür ki yalnızlık. O kadar kalabalıktır ki. Dünyayı dolduran canlılardan uzak bir hayat yaşamak ya da binlerce bedenin arasında olup hiçbirini dinlemeden ilerlemek.
Kimin sahte, kimin gerçek olduğunun anlaşılamadığı bir sabah.
"Bırakın beni! Dinlendim " dedim.
"Altı ay!" dedi "Yatacaksın."
"Yatarsam kalkamam!" dedim.
"Biz seni uyandırırız" dedi.
...Çünkü Mustafa Kemal benim kahramanımdı...
Hiçbir şey hayatın sonu değildir. Hayatın sonu bile hayatın sonu değildir! Çünkü sen ölürsün, başkaları yaşar!
"... Yani hiçbir sayı tam değildir. Hepsi tama yaklaşır. Ama varamaz. Demektir ki, 1,999..9'u bize 2 diye yutturmaya çalışan bir dünyanın çocuklarıyız. Ve dünyada aslında tam gibi görünürken, aslında bir irrasyonellik harikası... İşte bunun için hayat yoktur. Olsa dahi o da irrasyoneldir!
İnsanlığın sonu nerede durması gerektiğini bilememekten gelecek.
"İnsanlar sadece sevdiklerini kaybedince üzülmezler. Adil olmayan her ölüme üzülürler."
....dediğim gibi, en büyük hatam insanlardan cümlelerimi bitirmelerini beklemekti. hayatımın belli bir dönemine kadar hep böyle yaptım zaten. Gözlerinin içine baktım beni bilsinler diye. Kadınlardan bunu bekledim. Birisi gelip 'evet, ben seni tanıyorum' desin diye bekledim. Ve o kadına aşık olacaktım. Ama sonra anladım ki böylesine insanlar yok. Olsalar bile kitap okumuyorlardı. Kimseyi tanımıyorlardı.
Herkesin öyle bir hikâyesi yok muydu? Başlayıp da bitiremediği. Çünkü kimsenin dinlemediği... İçine atmak, diye bir şey varken, anlatmaya ne gerek vardı?
Düşünceler mükemmel, ancak davranışlar kusurludur.
Bir insanı sevdiğini düşünmek, ona bunu söylemek ve ardından sarılmakla anlatılamayacak kadar mükemmeldir.
Bir akıl hastanesine yatmalıyım. Benimle uzmanlar ilgilenmeli.Ölene kadar orada kalmalıyım. Belki bir klinik. Orta Avrupa'da,ormanın içinde bir klinik...
HayatınHayatın anlamı. Merak edilir, sorulur her yerde, işte söylüyorum !
Hayat, ölene kadar hissedilen zevklerden, çekilen acılar çıkarıldığı
zaman geriye kalandır.
Benim hatam bu oldu.Hayal etmeye çok ufakken başladım.Artık hayal edecek pek bir şey bulamıyorum.
Bir bulsam bu hayatların müsveddelerindeki el yazısının sahibini!.. Birileri pişman olmalı beni hayal ettiğine.
Bir yerde okumuştum, her basamak dört saniye hayat uzatıyormuş. Asansöre binerek intihar mı etseydim?
"Ortadoğuda kızlar kadın doğar. Ecellerinden önce ölürler. İlk yemeği anasının memesinden gelen ve yediği çanağa tükürmekte sakınca görmeyen erkek. O kadar çok kadın gömer ki, toprak bile artık dişidir. Bu yüzden toprak ana diye bilinir. Diri diri gömüle gömüle toprağı bile kadın yapmışlardır. Bu yüzden verimsiz ve çoraktır; buna da kadının intikamı denir."
''Diyor ya Aşık Veysel, 'iki kapılı bir han' diye? Ondan cereyan yapıyor bu hayat! Onun için üşüyorum hep. Gideyim de kapatayım birini!''
Kötü olan ve acı veren hiçbir şeye alışılmaz.
Her zaman yalnız oldum. Yalnızlığı kendimi geliştirmenin tek yolu olarak gördüm.
''Çok az insan hayal ettiğini yaşar. Çok azı söylediklerini yapar. Yazar, yazdığı kahraman değildir. Balzac olmayan her şey Balzac’ın kitaplarındadır...''
Hayal gerçeğe katlanmak için gereklidir. Temel gıda, giyinme ve barınma gibi bedene yönelik harcamalar eti, hayaller ruhu doyurur.
"Benim sorunum, hayatı kendime yakıştıramamam oldu. Ben yakışıklıydım ama o değildi!"
Ruhumdaki düğümler fazlasıyla sıkı. Kimsenin onları çözecek kadar ince tırnakları yok. Bense çoktan vazgeçtim tırnaklarımı uzatmaktan. Kendimi bilmeyi bıraktım. Yanıtı olmayan bir soru olarak geldim dünyaya ve sorusu olmayan bir yanıt gibi de gidiyorum.
Biz insanlar, sadece iyi bir performans gösterip öyle ölmek istiyoruz.
Neden çalışıyorum? Rahat bir hayat için. Peki o rahat hayatı yaşayacak olan kişi yani kendim için ne yapıyorum? Hiç bir şey.
"Çok mutsuz sonların birinci şartı çok mutlu başlangıçlardır."
"Okşayan elleri ısıranlar, tekmeleyen ayakları öperler."
"Emret komutanım!"
Emret komutanım, demek, emret öleyim, demektir. Çünkü askerlik, ölmenin emredilebileceği tek meslektir.
Sevdikleriyle savaşanlar nefret ettikleriyle sevişirler !!
İnsanın en büyük hatası kendini seyretmemesidir. O kadar çok ilgilenir ki dekorla! Tanıyamaz bir türlü başaktörü.
Deniz,adama kendisini ölümsüz hissettirir.
Gelecekten geçmiş çıkarsa şimdiki zaman kalır...
“Hiç kimseye çarpmadan yürümeye çalışmaktansa, kollarımı açıp herkesi devirmeyi seçtim."
Oksijenin kendisi uyuşturucu. Öyle bağımlısı olmuşuz ki birkaç dakikalık eksikliği öldürüyor.
Kimse uyandırmasın kimseyi. Herkes mutlu uyurken. En kötü kabus bile iyidir hayatın kendisinden.
Ölseydi bir sorun yoktu. Ama ne yazık ki hayatta kaldı..
Diyebilirsin ki, bir insanı, fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? Haklısın. Belki de çok az...
O zaman şöyle demeliyim: Seni az tanıyorum... Az...
Sen de fark ettin mi? Az dediğin, küçücük bir kelime. Sadece A ve Z.
Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfabe var.
O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında.
Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar.
Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler.
Senin ve benim gibi.
İletişim diye bir şey yok. Fazla iyimser bir kavram. Hayatı renklendirmek için. Kim bilebilir kimin bir lafı inanarak söylediğini. Ya deliyse konuşan. Ya ne dediğini bilmiyorsa. Ya bir yalancıysa...
Türkiye’de rakıyı içerken, kadehi önce sofraya vurur sonra diğer kadehlerle tokuştururuz.’
Elinde kadehiyle sabırsızlık içinde açıklamanın bitmesini bekleyen Gerard sordu.
‘Neden?’
‘İki nedeni vardır. Öncelikle sağlıklarına içtiğimiz ancak sofrada olmayan ve sevdiğimiz kişileri anmak için. İkinci nedense, rakının insanı konuşturmasından kaynaklanır. Kadeh sofraya vurulursa gizlilik yemini edilmiş demektir. O sofrada konuşulacak her konu o sofrada kalacak demektir. Rakı insanı soyar. Sarhoş, sofradan çıplak kalkandır. Ama sofranın adı rakı sofrasıdır. Yani çıplaklar kampı. Şerefinize!
Eğer bir insan babasının hıçkırıklarını umursamazsa hiç bir şeyi umursamıyor demektir.
"Tek istediğim bütün düşündüklerimi içinde barındıran beynimi bedenimden yırtıp uzay boşluğuna fırlatmak."
" Bütün bunlardan da anlaşılacağı gibi, halkın asli görevi, başına geçen her lideri tedavi edip huzur içinde ölmesini sağlamaktır. Buna, Halk Hastanesi, denir. Karşılığında da, lider, Devlet Hastanesi kurup halkın hizmetine sunar. Lideri tedavi etme görevini yerine getirmeyenlerin belirlenip vatan haini olarak ifşa edilmesi, yeni bir iç çatışma konusuna dönüştürülerek, krizin sürdürülebilmesi açısından yararlı olabilir. "
Hiçbir insanın tamamen dürüst olamayacağını bilecek kadar tanıyordum kendimi.
En yukarıdan aşağı düşüyoruz. Ve yeri öpmemize çok az kaldı.
"Yarar yok bu dünyada! Ölüm varsa yarar yok! Ölüm bütün sihri bozar. Kurtardığın hayatlar da ölür. Aldığın Nobeller de paslanır. Doğduğun evler de yıkılır. Bin yıl yaşa, görürsün!"
Bugünler geride kalacak...
Kalmayacak!!..
Her gece, herkes bütün acılarını hatırlayacak gözlerini kapattığında. Böyle olmasa, binlerce çeşidi olur muydu uyku ilaçlarının?..
Hayatım boyunca konuşmak için sadece on kelime seçmek zorunda kalsaydım, bunların ilki, "Neden?" olurdu
Acı dedim. Adama gözeneklerini bile hissettiriyor. Güldü. Bir hıçkırık gibi...
Senin için üzülüyorum. Mutlu olmayı tercih etmeyen herkese üzülüyorum.
Güneşin söndüğünü sekiz dakika sonra anlarsın. O sekiz dakika boyunca hayatın sonsuza dek süreceğini sanırsın.
Hakan Günday sözleri ve alıntıları facebook, twitter, pinterest yada instagram gibi popüler sosyal paylaşım sitelerinde paylaşarak ruh halinizi ve düşüncelerinizi etkili bir şekilde yansıtabilirsiniz.
Yorum Gönder
1. İçerik konusuyla alakalı olmasına özen gösterin.
2. Aktif link bırakmayın. (Hemen silinir!)
3. Yazım ve dil bilgisi kurallarına uymaya çalışın lütfen.